BAHAR’ ın HABERCİSİ İMRE (cemre-emire) ve AYVA AĞACIMIZ
(Zamanı ve mekânı kaybettim siz bulursanız bana haber edin. Suyun başında gölgedeyim)
UMURUNDA MI DOĞA’nın
İNSANIN KENDİ YARATTIĞI DEĞERLERLE KAVGASINI İZLEMEK.
Geldi, Kasım ayları (179 gün)…. Kestane, Ayandon, çiçek, kırlangıç fırtınaları
Geldi Hızır ayları (183 gün)… Filiz kıran, Kakulya, Kızıl Erik, Çaylak Bıldırcın fırtınaları
Bir mercimek büyüklüğünde Dünya, bir kabak büyüklüğünde Güneşin etrafında 10 milyar yıldır 105.000 km/saat hızla dönüyor. Yaz oluyor, kış oluyor. RESİMDEKİ GİBİ GÜZ OLUYOR. Cemreler düşüyor, fırtınalar geçiyor, çiçekler açıyor, meyveler ve HER ŞEY YENİLENİYOR..
DÜNYANIN UMURUNDA MI insanın kendi yarattığı değerlerle kavgasını izlemek.
Dünyada yapılacak tek kavga Dünyayı yaşanabilir kılmak değil mi?
Denizcinin işi zordur..
Kışın soğuğu başlamıştı eski Kasım 1 de (Miladi Kasım8) tüm gemiler limana girmiş, kayıklar çekek yerlerine çekilmiş, yelkenler toplanmıştı.
Aceleci tayfalar hızla evlerine çıkıyor, hasretlikleri ile sarmaş dolaş, özlemleri ile mışıl mışıl yatıyorlardı. Kadın erkek birlikte meyve tohumları atıyordu.
Evler kadın erkek, baba çocuk, dede nine bir arada mutluluğu yaşıyordu.
Her bacadan duman çıkıyordu…
Kasım aylarının başlangıcında, Bu kara kış gününde;
Ağaçlar çıplak yeniden doğuş için dinlenirken,
Kardelen ışıkla buluşmuş, gözleri kamaşmış yere bakıyordu.
İçeride soba yanıyor, kestaneler pişiyor, sarı ayvalar fırınlanıyordu.
Hele Kanlıca mantarları…. Mmmm….
O sırada evin kıdemlisinin sesi yanık yanık yükseldi
-Eyyy gidi günler eyy ne adamlar var idi!…..
“Eyy’ i” bu kadar manalı söyleyebilmek için 80 yılı dolu dolu yaşamalı idi… İnsan bu kadar yaşayınca ya derdin kendisi olur, ya da derdin anası…
Bu sırada evin uşağı düşünceli bir şekilde uzak köşede oturmakta. Hem saygılı, hem de enerjisi patlamak üzere
Evin kıdemlisi devam eder…
-Uşağı biraz hüzünlenmiş görüyorsunuz ama bahar geldiğinde nasıl kaçacağının planı kafasında….
Ateşin kıvılcımları yaramaz çocuk gibi bir yukarıda bir yok oluyor.
Meşe odununun kokusu ile beraber düşünüyorum..
DOĞA’nın UMURUNDA MI
İNSANIN KENDİ YARATTIĞI DEĞERLERLE KAVGASINI İZLEMEK.
Şehir de de durum aynı idi. Kış iyice bastırmış. Yapraklar tamamen ağaçları terk etmiş ikinci hayatlarını yaşıyorlar.
Ayva Ağacı da çıplak, yenilenmeyi beklerken zorlu günler öncesi
dinleniyordu…
Mahallemizin efesinin nezaretinde, Akasya Ağacı tohumlarına sıkı sıkı sarılmıştı..
Dışarda saksısında Sıklamen karla hasbihâl ediyordu.
Koç katımı, Ülker, Zemherin, Ayandon, balık fırtınaları bize derin kışı hissettirirkennn….
Günlerde geçiyordu.
Takii Kasım günleri 90 olana kadar.
“Kasım 90 donat, Kasım 100 de yüz” eski denizcilerin bir sözü
Miladi 5 Şubat’a gelen Kasım’ın 90cı gününde gemilerin, yelkenlerin tamirleri bitmiş donanırlardı. Nevalelerini tamamlardı.
Kasım günleri 100 e geldiğinde Şubat on beş de, Kış hükmünü kaybeder. Gemiler denize açılır… Gurbetçileri bekleyiş başlardı.
Doğa işaretlerini veriyordu…
Eski Kasım aylarının 105. Günü Şubat 19-20 de Şehirde oturmuş camdan bakıyordum,
Baharın habercisi İmre (Cemre, Emire) adlı Peri bir kor ateş sanki …!.
önce göğe yükseldi (1.Cemre) Havayı ısıttı.
Sonra Eski Kasım’ın 112. Şubat 26-27 Günü buzların üzerine indi, buzlar eridi. (2.Cemre)
Sonra Eski Kasım’ın 119 cu günü Mart 6-7 toprağa girdi toprak ısındı. (3.cemre)
Isınmış topraktan buhar yükseldi.
Kor ateş yeniden doğuşu gerçekleştirmişti.
İşte o zaman sarı renkli, hoş kokulu mimozalar açtı.
Doğa koyu kış renginden sarı güneş rengine, ışığa aydınlığa çıktı.
Eski Kasım 134cü gününde, 21 Martta Nevruz günü tüm Anadolu ve Asya’ da ateşin üzerinden atlanarak Doğa ile beraber yenilenmek, temizlenmek bu toprakların en kadim geleneği değil miydi?
Yenile ve yinele gün be gün.
Tüm canlılar uyansın.
Çalışmaya başlasın.
Bir birlerine hayat versin.
Başkasına yuva olsun.
Yuva olmak Can vermektir.
Sonra can yoldaşı olursunuz.
Ana yavrusu ile, Komşu yan kapı ile, Bu tepe öbür dağ ile…..
Mimoza ile başlar doğanın resmigeçidi,
Kayısı, erik, Mor salkım……
Hayat size hep canlılık müjdesi verir.
Her DUYUna hitap eder.
Envay-ı çeşit renk, koku, şekil, temas, tat, çiçek ve meyve,
Doğanın bahar ayı görüntüsü, Huzur, mutluluk verir,
Çalışma, kaplar her yanınızı.
Bakarsınız güneşe,
Dünyayı yeniden yapasınız gelir.
Vallahi bak….. Ben yaptım…
İnsanın gaileleri… Umurunda mı dünyanın
İnsan’ ın kendi yarattığı kavgalardan uzaklaş… doğa ile bütünleş
UMURUNDA DEĞİL DOĞA’nın İNSANIN KENDİ YARATTIĞI DEĞERLERLE KAVGASINI İZLEMEK.
Zamanı ve mekânı kaybettim siz bulursanız bana haber edin. Suyun başında gölgedeyim)
Biliyorsunuz İstanbul’ da önceden doğanın bir parçasıydı…. ve
Halen kendi sevenlerine bu köşelerini açmakta
Şubat’ ın son haftasında Adaların en güzel kokulu çiçeği Mimozalarla başlayan renk koku şekil senfonisi ni dinlemeye gittim. Huzur…
Mimozalar Osman Hamdi Bey’e bile ilham vermiş di…
Her mart ayı geldiğinde kayısı ağacı aldanır çiçeklerini açar. Biraz güneşi görür yaprak açar
Az soğuk olur çiçeklerini döker.
Olan bize olur her dökülen çiçek aslında koca bir kayısıdır. Mahrum eder sizi o tattan.
Çiçek döllenmişse mesele yok.
Bazıları kapıdan, bazıları camlarınızdan misafirler artar.
Sığırcık, serçe, kumru, karga, eskiden çok gelirdi saka,
Yavaş yavaş dallar yeşermeye başlar.
Bir hafta önceki kuru dallardan HAYAT FIŞKIRIR.
Yağmur yağınca salyangozlar çıkmaya başlar.
Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek,
Ayva önce filizlenir
Sora çiçek açar.
Nisan ayın bir cümbüştür.
İstanbul’un imparator rengi Erguvanlar, Mor salkımlar ortalığı pembeye mora boyar.
Papatyalar her yerde vardı, üzerlerine oturabilir, onlardan taç yapabilirdiniz…
Şimdilerde biraz küsler… yol kenarlarına ecnebi çiçekler dikiyorlarmış. Ne kadar tenakus değil mi? Kendi vatanlarında yabancı olacaklar nerede ise,
Papatyanın olduğu her yerde Kır çiçeklerine, Hercai menekşelere, Ballıbabalara rastlayabilirsiniz. Unutmuşsunuzdur belki… ballıbabanın mor çiçeğini alır dibindeki beyaz uçta balı var…. Onu yerseniz bir gıdım tatlanırsınız…
Eskiden Çamlıca doğal alandı, izcilerle günlük gezilere giderdik. Fatih’ den Kadıköy’ e vapurla geldikten sonra altı yola çıkan caddenin sol tarafındaki revaklı yoldan Halit Ağa’ya sapar, Çamlıca taraflarına yola devam edip, Paris sokağının yanından dört yola çıkardınız. Yola devam edip Çamlıca kız lisesin’ e varır Acıbadem ağaçları ile dolu toprak yol ile Küçük Çamlıca’ ya çıkardınız.
229 m rakımlı Küçük Çamlıca tepesinde dilek ağacı ve suyu olan bir kuyusu bile vardı. Şimdi üzerine kule yapılıyor. Demem o ki, İstanbul tepelerinde bile suyu bol olan bir yermiş. Şeker suyu.
Güney istikametinde Adalar ve Marmara denizi manzaralı “O Ağacın Altı” nda otururdunuz. Hane hatırladınız mı şarkısı bile var “O ağacın altını şimdi anıyor musun?
Tabii kendine has Florya, Saka, Sığırcık, Kırlangıç, Çaylak, Doğan, Çalı Bülbülleri vardı.
Şubat ayında açan Dünya’da sadece bu tepelerde yetişen endemik “İstanbul Çiğdem” ini oturduğunuz çimende görebilirdiniz. Aydos ormanlarında da yaşayan bir tür…
Geçenlerde özel olarak bu çiçeği bulabilir miyim diye Küçük Çamlıca’ya çıktım. Üç saat aradıktan sonra kuytu bir alanda rastlayabildiğim çiğdemlere aşağıdaki fotoğrafları çekebildim.
Lale zamanıııı
Bu cins manolya yılda iki defa çiçek açıyor bilesiniz…
Her tarafı kuru dal olan Akasya ağacı yeşillenip ve kısa sürede çiçek açıyor. Hem de dolu dolu….
Elma çiçeği muhteşem. Diyecek bir şey yok seyredecek çok şey var.
Mayıs ayı ile her yer coşuyor.
Şaşkın bakışlarımızla akşamdan sabaha her yer donanıyor. Ben bunu söylerken At Kestanesi gelin gibi olmuş olduğunu gördüm. O da bana kalsın.
Nihayet Eski Kasım’ın sonuncu günü geliyor.
Derim ki;
- (Miladi 5 Mayıs) günü akşamı Miladi 6 Mayıs’ da HIDIRELLEZ (Hızır ve İlyas-Denizlerin Hâkimi) ile sulh ve sükûn içinde bir dünya için dilekte bulunun.
Kırlarda eğlencelere, pikniklere çıkın….
Bu bir BAHAR günü ve yenilenme bayramıdır.
Taze asma yaprakları kadar güzel ne olabilir….
Yeni Dünya
Duvar sarmaşığı
Turunç ağacında hem eski yıldan meyvesi ve de bu yılın mis kokulu çiçeği bir arada
AYVA ağacında da meyve görünmektedir artık. Ağacın yükü her gün artacak… İzlemede olacağız. Dalı kırılmasın diye
Bazıları yorgun doğar daha şimdiden yaslar başını duvara….
Haziran gelir envaı çeşit meyve zamanı, Çalışana enerji ve mineral lazım…
Yağmur yağar, güneş açar AYVA büyümeye devam eder.
Ekim ayında AYVA ne kadar çok olursa kış o kadar kuvvetli olur derler..
Kasım ayında güneş kaybolur ama Sarı renkli AYVAlar dallarda sanki güneşin yerini alır.
Umurunda mı dünyanın
insanın kendi yarattığı değerlerle kavgasını izlemek.
Dünyada yapılacak tek kavga Dünyayı yaşanabilir kılmak değil mi?
Ersal abi, bayıldım hepsine, altyazılar bir başka güzel…Bu yönünü bilmiyordum. Tebrikler!…Eline, yüreğine sağlık.
Ersal’cim, fotograflarin hepsi birer harika. Aralarina ozenle yerlestirdigin hatiralarin da tadina doyum olmuyor…
“Street photgrapher” demissin fotolarin altina ama ben “Nature photographer” oldugunu zannediyorum. Desene bizde her yol var… Emegine saglik dostum. Selamlar sevgiler.